Aşıkların gönlü gibi viran olan bir şehir

Tarih 10 Eylül 1509! Osmanlı tahtın, o sene 60 yaşını geride bırakmış olan yorgun ve hasta hükümdar Sultan II. Bayezid’e emanet… Merkez üssü Marmara Denizi’nin kuzeydoğusu olan ve İstanbul harap hâle koymakla kalmayıp, bir tarafta Rumeli diğer tarafta Anadolu’yu sallayan, kuzeyde Kırım’a, güneyde Kahire’ye kadar hissedilen bu deprem tarihlerde “Kıyamet-i Suğra” yani “Küçük Kıyamet” olarak adlandırılmıştır. Depremin sabaha karşı 4 sularında, 7.2 ile 8.0 büyüklüğünde yaşandığı tahmin edilmektedir. Önü ardı 40 gün boyunca kesilmemiş olan artçıları ile iki büyük imparatorluğun tacını, şehirlerin kraliçesi İstanbul’u daha önce yaşamış olduğu âfetlerle fikri olarak dahi mukayese kabul edemeyecek şekilde yerle bir etmiştir. Dünya tarihinde pek çok detayıyla tarihi kayıtlara geçen belki de ilk deprem olan bu âfette binlerce kişi hayatını kaybetmiş, binlerce kişi yaralanmış, binlerce yapı yıkılmış, galeyana gelen Marmara Denizi boyunun 6 metreye ulaştığı tahmin edilen dalgalarıyla şehrin surlarını aşarak sokaklarını perişan etmiştir. Ardından toplanan dîvânda İstanbul’da inşa edilecek tüm yapıların ahşap-karkas malzemeden olması irade buyurulmuştur. Bu ferman ile imparatorluk tarihinde imar ve inşada kullanılacak yapı malzemelerine dair ilk yasal düzenlemeyi de beraberinde getirmiştir.

A. Çağrı Başkurt - Saray ve Kültür Tarihçisi İstanbul surları, Rumeli Hisarı, Anadolu Hisarı, Yoros Kalesi, Kız Kulesi, Ayasofya Camii, Fatih Camii, Aziz John Theologos Kilisesi, Burgazada ve Heybeliada’da, Kurtarıcı İsa ve Aya Prodromou Rum Ortodoks Kiliseleri, Theodosius Sütunu, Bozdoğan Kemeri, Hipodrom’daki altı sütun ve dikilitaş, Çekmece köprüleri ve daha pek çok yer harap oldu. Deprem olmadan az evvel Saray-ı Âmire’deki (Topkapı Sarayı) yatak odasından namaz için erkence kalkarak hareket etmiş olan Sultan II. Bayezid, bu sayede yatak odasının kubbesinin üzerine çökmesinden ilahi takdir ile kurtulmuştur. On gün boyunca Gülhâne Meydanı’nda kurulan otağında kaldıktan sonra 23 Ekim’de Edirne Sarayı’na çekilmiştir. Padişah’ın Edirne Sarayı’nda topladığı dîvânın ardından Mimar Hayreddin’in nezâretinde gerçekleştirilmesine karar verilmiş, Fermân-ı Hümâyûn ile dolgu zeminler üzerine yapı yasağı getirilirken, İstanbul’da inşa edilecek tüm yapıların ahşap-karkas malzemeden olması irade buyurulmuştur. Bu sayededir ki Sultan Bayezid’in hiddet ve tedbirinin bir eseri olarak ortaya çıkan ferman, imparatorluk tarihinde imar ve inşada kullanılacak yapı malzemelerine dair ilk yasal düzenlemeyi de beraberinde getirmiştir. *** Küçük Kıyamet “Anadolu topraklarında ‘Küçük Kıyamet’ diye bilinen büyük depremdir ki o zamana kadar ne olmuş ve ne de tarih kitaplarında yazılmış idi. Zemin ve zaman sarsılıp, makamlar ve mekânlar yerinde kalmayıp, kırk beş gün boyunca halk örtü altına girmeyip, bahçelerde ve açık yerlerde yattılar. Yalnızca İstanbul deprenmeyip imparatorluğun diğer toprakları dahi deprendi. Edirne’de nice nice yerler yıkıldı. Anadolu’da Çorum diye depremi çok olan bir kasabanın iki mahallesi yere geçti; mescitleri, minareleri yerle beraber oldu. İstanbul’da, Suriçi’nde 109 mescit, 1.070 hane harap olduğundan, 5.000 kadar kadın, erkek ve çocuk helâk oldu. Şehrin içinde ayakta bir minare kalmadı. Konstantin surları kara tarafı, Eğri Kapı’dan başlayıp Yedikule’ye kadar harap oldular. Narlı Kapı’dan İshak Paşa Kapısı’na varıncaya kadar da yer yer yıkılıp ancak temelleri yerinde kaldı. Yine Saray-ı Âmire’nin [Yeni Saray/Topkapı Sarayı] deniz tarafı Hastalar Kapısı’na, Kayıklar Kapısı’na değin -ki Bahçe Kapısı dedikleri iskeledir- yer yer harap oldu. Avrat Pazarı yakınında İsa Kapısı -ki bin dokuz yüz yıldan beri ayakta idi- yıkılıp, yerle bir oldu. Surların 40.000 arşını [1 arşın 75,7 cm] harap oldu, yerlere döküldü. Sultan Mehmet Camii’nin [II/Fatih] dört fil ayağı çatladı ve rivayete göre kubbesi yarıldı. Aşevi ve hastanesinin nice kubbeleri yıkıldı. Medresesinin dershanesi ve üç kubbesi yere indi. Bu esnada bazı medreselerin de kubbeleri yerle bir oldu. Karaman Pazarı baştan başa yıkıldı. Bunlardan başka Padişah’ın [II. Bayezid] yeni inşa ettikleri caminin -ki Sultan Bayezid Camii demekle meşhurdur- kubbesi dağılıp, parça parça oldu. Padişah Hazretleri için derhâl Saray-ı Âmire’de ahşaptan bir oda yapılıp, 15 günde tamam edilip, içine yerleştiler. Bu eşsiz güzelliklerin sahibi şehir, âşıkların gönlü gibi zelzeleden viran olunca Padişah-ı Cihan Hazretlerinin gönlü de hüzne düşüp mekân değiştirmeyi uygun görüp, Edirne’ye doğru yola çıktılar. Fakat Allah’ın hikmeti ki Edirne’de de bir garip deprem meydana geldi. İstanbul’daki büyük depremin aynısı oldu. Biraz zaman sonra yeniden bir deprem oldu. Daha sonra ise görülmemiş bir yağmur başlayarak tufana sebep olduğundan Tunca Nehri galeyana gelip taşarak, nice yerleri harap eyledi. Edirne şehri inşa olunduğundan beridir yaşanmamış olan böyle bir tufan böyle bir zamanda ortaya çıktı. Üst üste gelen bu hadiselerden son derece rahatsız olan Padişah Hazretleri derhâl dîvân ferman edip, devletin ileri gelenlerini Dîvân-ı Hümâyûn’a topladı. Herkes toplanıp, yerli yerine geçince Padişah Hazretleri harap olan âleme bir güneş gibi doğarak yerlerine geçip, oturdular. Oturduktan sonra vezirlerine ve beylerine “Sizin zulüm ve fesadınız, adaletsizce ortaya koyduğunuz eziyetler sebebiyle mazlumların âhı Tanrı’nın gazabına sebep olmuştur.” hiddetli bir şekilde hitap etti. Hiddeti dinmek bilmeyen Padişah, her birine azar ettikten sonra İstanbul surları başta olmak üzere yıkılan tüm sahaların tamiri için bir istişare toplantısı ferman buyurdu. Bu toplantı üzerine karar verildi ki her 20 evden bir adam ve ev başına 20’şer akçe takdiri ile güvenilir adamlar tayin ettiler. Bu hesaba göre şehzade sancaklarını kimse alınmamak kaydıyla Anadolu’dan 37.000 ve Rumeli’den 29.000 işçi İstanbul’un inşa ve imarı için derhâl yola düştüler. Ayrıca 3.000 mimar, mühendis ve kalfa ile binlerce usta ve marangoz onlara katıldı. 3.000 atlı, 8.000 yaya kireç yakmak için görevlendirildi. Herkes tamamıyla hazır olduktan sonra aynı senenin 23 Mart 1510 tarihinde başlanan imar ve inşa faaliyetleri cihanda görülmemiş bir hızla sadece yaklaşık üç ay içinde, geceli gündüzlü tamamlanarak 1 Haziran 1510’da bitirildi. Sadece İstanbul surları değil, Galata hisarı, Kız Kulesi, Yenihisarı ve yanındaki kale, fener, çekmece köprüleri, Silivri Kalesi ve daha daha nicelerini toplam 64 günde tamir eylediler. Bu inşanın bitmesinin ardından Osmanlı Sultanları’nın altın ve gümüş kap-kacaktan yemek yemesi âdet oldu. Tencereler, tavalar, sahanlar, tepsiler altından işletilmiş ise de bunlarla hemen yenilmeye başlanmamış, pişirilen yemekler üç gün boyunca bunlarla fukara sofralar kurulmuş, üç gün sonra kendileri yemeğe başlamışlardır.” (Solak-zâde Hemdemî Çelebi, vr. 119a-120a) *** Sultan Bayezid’in Edirne Sarayı’nda Vezirlerine Hitâbıdır! “O kadar zorbalık ve hıyanet ettiniz. Halkın hâline riayet etmediniz. Mazlumlar inledi ve ah eylediler. Bunun üzerine Tanrı bu şehri depremlerle yıktı. Size, halk sakın sizden yana Tanrı’ya yakarmasın diye öğütler, nasihatler ederdim. Görürsünüz ki ben bitkin ve hastayım. Düşmüşüm bir bela derdine. Bu sebeple halkın sorunlarını size ısmarladım. Derdim ki sakın âdil olmayı unutmayın! İşte bu zamanda siz bana daima doğruluktan bahseder, iddia ederdiniz. Ama tutumunuz baştan başa hata, zulüm, acı ve düşmanlık. Benim eteğimi mazlumların âhına verdiniz. Halkın gönlü üzgün olursa, memleketin yapısı hiç düzgün kalır mı? Hepiniz habersizce rahat döşeklerinizde yatmaktasınız. O hâlde bu işlerden de sorumlu olursunuz. Gece gündüz demeden işleriniz keyifle geçmektedir. Esas bu hâlde yıkılmazsa bu memleket acayip olan bu iş olsa gerektir. Vezirlikte nice yolsuzluklar edip, halk zulümden durmadan inler. Zulüm giysisi size giysi olmuştur. Harçlığınız olan rüşvet şimdi yaptığınız işlerin koşuludur. Dünya evine durmadan odun atarsınız. Acısını söyleyene ise eğri bakarsınız. Şaşılacak şey midir Kahhar bu memleketi yıksa ki hoş görülmeyen işleriniz bir bir ortaya çıksa.” (Hoca Sadeddin Efendi, IV, s. 3-4) Devamını okumak için tıklayabilirsiniz.