Dünyanın gündemi: Sağlıkla yaş almak

Bilim dünyası yaşam süresinin çok kısa bir zamanda 120- 150 yıl olabileceğini söylüyor. Burada herkesi düşündüren ve yeni farkındalığımızı yönlendiren konu sağlıklı yaşlanma konusu.

Uzun yaşam mı, sağlıklı, yaşam kalitesi yüksek, dolu dolu yaşam mı?’ diye sorsam hepimiz sağlıklı, dolu dolu yaşam ister sanırım. Yüzyıllardır insanın yaşam süresini birçok faktör etkiledi, savaşlar, göçler, çaresi henüz o yıllarda bulunamamış salgın hastalıklar. Eskiden ölümlere neden olan veba, grip, boğmaca, çiçek hastalığı gibi hastalıklar aşı ve antibiyotiğin keşfi ile artık kaygılandığımız sağlık riskleri olmaktan çıktı. Gözünüzün önüne iki film sahnesi getirmenizi istiyorum şimdi. Sağ tarafta 80’lerinde bir kişi sağlıklı, çocukları, torunları, eşi etrafında bir sabah kahvaltısındalar hep beraber aile toplanmış masanın çevresinde, gülüyorlar. Sol tarafta yine aynı kişi bir hastane odasında eşinin desteği ile kalkıyor, yürüyor, çocukları, torunları ziyarete gelmiş. Hangi tarafta olmak istersiniz desem hepimizin olmak istediği sahne sağ taraf olur eminim. Asıl konumuz şu; sağ tarafta olmak için ne yapıyoruz? İçinde yaşadığımız yüzyılın başlarına kadar hastalıkların tedavi yöntemleri, tedaviye yönelik ilaç ve cerrahi buluşlar daha ön plandayken artık ‘hastalıkları nasıl önleriz?’ diye soruyoruz, sormalıyız. Dünya Sağlık Örgütü her 10 kişiden 8’inin hastalıklar nedeniyle değil yaşlılıktan öldüğünü söylüyor. Ama çok güzel bir bilgi vermek istiyorum, kronik hastalıkların yüzde 80’ine yakını yaşam şeklimiz, beslenme, aktivite seçimlerimiz ile önlenebilir. Asıl bilmemiz gereken neden hasta olduğumuz ve sağlığımızı nasıl korumalıyız? Sağlıklı olmak ne demek? Sağlıklı olmak 7 ayağı olan bir matrix. Beslenme, zihin sağlığımız, hormonlarımız, sindirim sistemimiz, sosyal alışkanlıklarımız, inflamasyon- bağışıklık sistemimiz ve enerji metabolizmamız. Bunların hepsi birbiriyle ilişkili ve tam uyum halinde çalışıyor. Kendimizi ne kadar tanıyoruz peki? Kaçımız hormonlarımızın nasıl çalıştığını biliyor? Ama şu anda ayağımızdaki ayakkabının markasını bilenlerimiz daha çoktur. İnflamasyon; gizli katilimiz. Bilim, kronik inflamasyonu tüm hastalıkların temeli olarak gösteriyor. İnflamasyon aslında bağışıklık sistemimizin bizi koruyan yanıtı, düştüğümüzde yaranın enfeksiyon kapmasını önleyen, üzerindeki sarı iltihabı düşünün, vücudumuza giren toksin vb. yabancı maddeleri de atan yanıt. Peki nasıl oluyor da bizi hasta ediyor? Vücudumuz sürekli toksinlerle, zararlı atıklarla uğraşmak zorunda kaldığında kontrolden çıkıyor ve sağlıklı hücreleri de tanımaz hale geliyor. Her gün vücudumuza yiyeceklerden tarım ilacı, katkı maddeleri, kullandığımız deterjan, parfüm vb. ürünlerden ve kirli havadan çok sayıda zararlı madde giriyor. Bunların atıklarını çöplerimiz olarak düşünün, artık yaşadığımız dünyada vücudumuzda çok çöpümüz var, çöpçülerimiz olan antioksidanlarımız yetişemiyor. Vücudumuzun içinin çöplüğe dönmemesi için yeterli antioksidan almak şart. Çöplerin verdiği hasarın sonucunu anlatmak için gözünüzün önüne bir gemi getirmenizi istiyorum, paslanmış simsiyah. İşte içimizde de durumlar böyle ne yazık ki. Bir hastalık olarak isim alınca anlıyoruz hücrenin işlevinin bozulduğunu. Bu nedenle hasta olmadan önlem almak önemli. Beslenmemizdeki antioksidanları arttırmak, yeterli alamadığımız noktada takviye almak gerekiyor. Antienflamatuvar beslenme Biz beslenme uzmanlarının temel işi aslında hücreyi beslemek, korumak, iyileştirmek. Kronik inflamasyonu azaltacak beslenme ile hastalık risklerimizi azaltabiliriz. Buna antienflamatuvar beslenme diyoruz, aslında Akdeniz tipi beslenme. Sebzenin meyvenin rengarenk olduğu, balık, protein kaynaklarını yeterli tükettiğimiz, ceviz vb. iyi yağ kaynaklarından zengin, tahıl ve kurubaklagilleri dengeli tükettiğimiz beslenme olarak düşünebiliriz. Sebze ve meyveyi neden yiyoruz? Mikro besin öğeleri olan vitamin ve mineraller için, antioksidanlar ve lifler için. Bu nedenle yediğimiz sebze ve meyvelerin verimli toprakta yetişmiş, tarım ilacı vb. uygulamaların kontrollü olması da önemli bir konu. Yapılan araştırmalarda besinlerin vitamin ve mineral içeriklerinde yüzde 70’in üzerinde azalma olduğu ortaya çıkıyor, örneğin ıspanaktaki magnezyumda yüzde 76 ve muzdaki B6 vitaminde yüzde 95 kayıp olduğu tespit edilmiş durumda. Bu nedenle de takviyelere olan ihtiyaç artarken, bu pazar da hızla büyüyor. Öte yandan takviye alırken dikkat etmemiz gerekenler var. En önemlisi hangisine ihtiyacımız olduğuna dair sağlık uzmanımıza mutlaka danışalım. Kullanacağımız takviyenin onayları neler? araştıralım. O kadar çok marka var ki, buna aldanmayalım, içerik, kalite ve çalışmaları mutlaka incelenmeli. Kronik inflamasyonun önlenmesinde en büyük güçlerin başında Omega 3 geliyor, yani balık yağı. Ne sıklıkta balık tüketiyorsunuz? Sık tüketiyor olsanız bile balığın yetiştirilme yöntemi, yaşadığı deniz sıcaklığı ve ağır metaller açısından temizliği çok önemli. Bu noktada her gün almamız gereken Omega 3 yağ asitlerini takviye olarak almak gerekebilir. Omega 3 alırken, ağır metallerden temizliğini gösteren IFOS belgesini ve GMP belgesini mutlaka kontrol edin. Günümüzde yaşamımızı tehdit eden en büyük risk kalp damar hastalıkları, diyabet ve kanser. Her yıl 10 milyon yeni Alzheimer vakası ekleniyor ve 2050 yılında dünyada her 5 kişiden birinin Alzheimer olabileceği öngörülüyor. Ve çalışmalar diyor ki, ne kadar erken yaşta farkındalığın artarsa o kadar başarılı olarak riskleri azaltabilirsin. Bir günde hasta oluyoruz bunu fark etmek gerekiyor. Bahsettiğim kronik inflamasyon zamanla bizi bir hastalığa götürebiliyor. Sağlıklı, yaşamdan zevk alacak bir yaş alma yolcuğunu istiyorsanız hayatımızı ve seçimlerimizi tekrar değerlendirmek ve değiştirmemiz gereken noktaları değiştirmek için adım atma zamanı.