Arif Olmak

Arif Olmak
Gaziantep mutfağını bir asrı aşkın süredir başarıyla temsil eden, ‘dünyanın en iyileri’ arasında yer alan Develi restoranlarının dördüncü kuşak temsilcisi Nuri Develi, gastronomi kültürüne önemli katkılar sağlayan babası merhum Arif Develi’yi Gastronomiturkey okurları için yazdı...

Nuri Develi

Herkesin yaşamı, kendi rengindedir. Bazıları akıp giden yıllar içinde koca bir çınar olup fırtınalara göğüs gerer. Sevdikleriyle el ele verip hayatı büyütür ve sonra anlatmaya başlar kendi hikayesini, ‘Arif Olmayı’. Ben bu hikayede Arif’in oğlu Nuri’yim. Ama benim hikayeme geçmeden önce Arif’in hikayesini anlatmak istiyorum. Takvim yaprakları 1944 yılını gösterirken Makbule ve Arif Develi çifti, Gaziantep’te yeni doğan bebeklerinin sevincini yaşıyorlardı.

Bebeklerine “Arif” adını vermişler. Arif, daha 2 yaşındayken babasını kaybetmiş. Arif, 7 kardeşin en küçüğüymüş ama sorduklarında 8 kardeşiz dermiş. Çünkü annesi Makbule hanım çok değerli ve iyi bir insanmış, eşinin kız kardeşi doğarken vefat edince ona da analık etmiş.

Makbule hanım tüm çocuklarına hem analık hem babalık yapmış. Arif’in dedesinden bahsetmeden olmaz. Elmacı Pazarı’nda dükkanı varmış, 30 yıl esnaf başkanlığı yapmış. Kasapların, kebapçıların, baklavacıların, 3 esnaf bir arada... Çolak Ali derlermiş. Bir eli çolakmış. Ama ustalığı namımdan öteymiş. Arif, daha 6 yaşındayken çalışmaya başlamış, boyu yetişmediği için ayağının altına sandık koyarlarmış. Okulu, dükkanın karşısındaymış okul bitip arkadaşları oyun oynamaya giderken Arif, dükkana gider önlüğünü giyer çalışmaya başlarmış. Hikayemizin kahramanının gelişim çağında boynunda tepsi taşımaktanboynu kısa kalmış. Bu aldığı disiplin ve meslek bilgisiyle, ilerleyen yıllarda adım adım çıkacakmış başarı basamaklarını.

İlk kazandığı para ile gitmiş ablasına dikiş makinası almış. Minik bedeninde kocaman bir yüreği ve koca insanlarda olmayan bir azmi varmış. Babasının omzunda gezmeyi hayal eden bu çocuk kocaman bir dünyayı yüklenmiş.

Ve İstanbul

1966 yılında abisi Nihat Develi’nin bir tokadının ardından valizine esnaflığını, dürüstlüğünü ve ahlakını koyup, cebinde sadece 70 lira ile daha uçmayı öğrenmeden kanat çırpmış Gaziantep semalarından İstanbul’a. İstanbul büyükşehir... Arif Develi ise sadece 22 yaşında tek başına Samatya’nın tarihi merdivenlerinden inerek “Merhaba İstanbul” demiş. küçücük bir dükkanda tırnakları ile kazıyarak başlamış çalışmaya. Gün olmuş 2 sandalyeyi birleştirmiş 3-4 saat uykuyla çalışarak bir marka yaratarak koca bir çınar olmanın ilk adımlarını atmış.

Çalıştıkça çok kazanmış, kazandıkça çok çalışmış. Hiç esnaf çizgisini bozmamış, şehrin renkli ışıklarının gözünü almasına izin vermeden doğmamış çocukları ve torunlarını düşünerek büyük bir mücadele vermiş. Ve bugün yüzlerce kişiye ekmek veren ülke gastronomisini ve Gaziantep mutfağını dünyaya tanıtan bir markanın temellerini atmış. Bu yolculuğunda birçok ihanete, zorluklara rağmen hiç vazgeçmemiş, azimle hepsinin üstesinden gelmiş ve hayat karşısına Sevil Hanımı çıkarmış. Çok sevmiş ve sevilmiş. Birbirlerinin başını hiç öne eğmemişler ve bir gün bile birbirlerini kırmamışlar. Hep sadık kalmışlar ve büyütmüşler sevdalarını, Leyla ile Mecnun misali...

Benim babam Arif...

1986 yılında Sevil-Arif çiftinin oğlu olarak dünyaya gelmişim. Çok şanslıyım ki baba sevgisi hiç yaşamayan ama sadece bana değil çalışanlarına, semtindeki gariplere, kısacası herkese baba olan bir adamın çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Evlatlarına iyi bir baba olmak onu iyi bir baba yaparken başkalarının çocuklarına da babalık yapması onu hep iyi bir insan yapmış.

Babam hep benim kahramanım oldu. Babama karşı hep sevgi ve saygı besledim içimde. Onun yaşadığı zorluklar karşısında vermiş olduğu mücadeleye ve tecrübelerine hep saygı duydum. O da bana hep güvendi ve yenilikçi bakış açıma saygı duydu.

Üniversitede mimarlık okumayı isterken babamın telkinleriyle turizm işletme okudum çünkü hep hedefim hayatı çalışmak ve mücadele ederek geçen bu adama karşı sorumluluğumu yerine getirip onun bayrağını daha yukarılara taşımak ve onu rahat ettirmekti. Çok şükür geriye bakınca bunu başardığıma inancım tam. Bir gün olsun babama of demedim, bir dediğini iki etmedim ve onun hep güvenine layık olma gayreti içinde oldum.

Babam, hep himayesini anlatırken rahmetli annesini hiç üzmediğini ve hep onun hayır duasını aldığını ve onun duası sayesinde sırtının hiç yere gelmediğini dile getirirdi. Bu beni çok etkilerdi. Çok şükür ben de hep babamın duasını aldım.

Hep bana şu duayı ederdi: “Bana yaptığın evlatlığı sen de evlatlarından gör oğlum. Ve ardından eklerdi: ‘Benim duam senin sırtını yere getirmesin”. Şöyle bakıp geriye düşününce insan daha ne ister? Yıllar içinde verdiği mücadelenin sonucu olarak birçok sağlık sorunu ile mücadele ettik. Önce diyaliz hastası oldu sonra ise bacaklarını kaybetti. Ama birbirimize öyle kenetlendik ki yürümek için birbirimizin kolu bacağı olduk ve nice anılar biriktirdik.

Yolculuğumuzun bu dönemi çok zor olsa da sevginin en büyük ilaç olduğuna inanarak birbirimize sarıldık ve birçok kez sevgi ile sarıldıkça yağmurlu günlerde bile güneşin nasıl doğduğuna tanıklık ettik.

Bu yolculukta bir an olsun babamın elini bırakmayan ve fedakarlığın vücut bulmuş hali olan anneme, babama gelin değil evlat olan eşime, varlıklarıyla babama yaşam sevinci olan kızlarıma, sofrasını boş bırakmayan her özel günde değil sıradan bir günlerde bile ona kendini yalnız hissettirmeyen dostlarımıza, sadece işveren olarak görmeyen, ona ‘baba’ diyen çalışma arkadaşlarımıza, kendi babalarıymış gibi gayret gösteren tüm sağlık çalışanlarına, herkese büyük bir minnet borcu taşıyorum. Babam için verdiğim bu mücadelede beni hiç yalnız bırakmadılar.

Arif Olmak belgeseli...

Bence herkesin mücadelesi çok kıymetli ve değerli...Fakat insanları kaybettikten sonra onları anmak için bir araya gelir onları alkışlarız bu durum hep bana çok buruk gelmiştir çünkü bence kendi hikayesini yazan insanları hayatta iken onore etmek ve alkışlamak onlara kendilerini değerli hissettirmek çok daha kıymetli.

İşte bu düşünce ile bir belgesele imza atmaya karar verdim. Bu belgesel babama olan minnetimin küçük bir nişanesi olsun istedim. Belgeselimizin ismi “Arif Olmak” olmalıydı... Yönetmen Mesut Gengeç’in imzası değerli dostum Okan Bayülgen’in seslendirmesiyle gelecek nesillere ilham verecek bir belgesele imza attık. Ve belgeselimizin galasını hep hayalini kurduğum gibi Zorlu PSM’de gerçekleştirdik. Erol Evgin konseri ile renklenen gecemizde Zorlu PSM tarihinin en geniş katılımlı gecelerinden birine şahitlik etti. 4 bin kişinin katılımı ile gönül dostlarımızla buluştuk. Tüm bunlardan daha kıymetli olan ise bu gecede babamla el ele izlemekti. Yıllarca verdiği mücadelenin sonunda ona ‘başardım’ dedirtebilme fırsatı bulmak ve babamın özlerindeki mutluluğa tanık olmaktı. O büyülü gecenin gururu kızlarıma da bırakacağım en büyük miras oldu benim için.

Babamın ardından kocaman bir boşluğun içinde buldum kendimi. İlk adımı atarken elimi tutam kahramanımı son yolculuğunda ellerimle toprağa verirken yaşadığım duyguları satırlara dökmek mümkün değil. Zor olsa da ayağa kalktım. Biliyorum ki o bir yerlerden beni izliyor ama biliyorum ki artık oturduğum hiçbir sandalyenin sırtı yok, altında kendimi güvende hissedeceğim bir gölgem yok ama hala onun duası benimle. Doğup büyüdüğüm semtimizde apartman görevlisinin çocuğu olan bir kardeşim kızıyla geldiği cenazede şöyle dedi: “Zengin bir semtte kapıcı çocuğuydum ama hiç bir zaman ayağımdaki ayakkabı o semtin çocuklarından eksik değildi çünkü o mahallenin Arif Babası vardı, ben babamı kaybettim.” Bunun gibi bir çok hikaye duydum ve babam giderken bile bizi gururlandırmaya devam etti.

Yorum Yaz

 
 
  captcha