Televizyon dünyasının en sevilen şeflerinden Türev
Uludağ, ekranlarda gastronomi ve psikolojinin
sınırlarını zorluyor. Uludağ, sadece yemek pişirmiyor;
malzemelerin ardındaki hikayeleri ve mutfakta saklı
sırları da keşfediyor. Bugünlerde “Bir Yemek Olsan”
formatını farklı ülkelere taşımak için çalışan Uludağ,
aynı zamanda bir restoran açma hazırlığı içinde...
Özlem Özgen
Adana’nın yazı, kışı, insanı sıcaktır... O bir Adanalı. Bereketli topraklardan nasibini almış, gastronomi ve televizyon dünyasının en sevilen isimlerinden Türev Uludağ, “Adanalı olmak hayatımda beni ben yapan en temel ögelerden biri” diyecek kadar Adana sevdalısı! Adana’nın dil ve lezzet zenginliği ile büyüyen Uludağ, yaptığı her yemekte Adana’nın tadının izini sürüyor. Programlarında hem lezzetleri hem de ülkemizin kültürel zenginliklerini bir araya getirerek izleyicilere keyifli deneyimler sunmayı başarıyor. Uludağ’ın ekranlardaki samimiyeti ve enerjisi izleyicilerde karşılık buluyor. Hayatındaki her deneyimi “Farkında olmadan ektiğin tohumların nerede ne zaman filizleneceğini bilemezsin” diyerek tanımlıyor. Yaşamı cesareti ve deneyimlerinin toplamından çıkardığı sonuçlarla şekillenmiş. Yeniliklere açık olmak, içinde bulunduğu olumsuzluklardan asla şikayet etmeden yeni bir hikaye yazacak şekilde yol bulmak ana felsefesi. Hayatı her zaman bir kutlama hali ile yaşayan Adana gibi renkli, Adana gibi neşeli....
Mutfak yolculuğunuzun hikayesini bizimle paylaşır mısınız?
Öğretmen bir anne babanın çocuğuyum. Yeniliklere açık bir ailede büyüdüm. Başlangıçta şef olmak gibi bir düşüncem yoktu. Öğretmen olmak istiyordum. Ortaokul döneminde annemin kanser olduğunu öğrendik. Doktorlar anneme altı ay ömür biçmişti. Hayatımın en önemli kırılma noktalarından biridir bu süreç. Çok şükür ki annem hala hayatta. Tedavi döneminde ablamlar şehir dışında okuduğu için mutfak işleri tamamen bana kalmıştı. Babam Adanalı olmasına rağmen yemek yapma konusunda hiçbir şey bilmiyordu. Arkadaşlarımın annelerinden tarifler alarak yemek yapmaya başladım. Üniversite sınavında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni kazandım. Bir süre buraya devam ettim; ancak öğretmenliğin benim için uygun olmadığını anladığımda bıraktım. Ankara’da turizm sektörüne girerek seyahat acentelerinde çalışmaya başladım. Başarılı olduğumu görünce bu işin okulunu okumaya karar verdim. Lisans eğitimimi Uludağ Üniversitesi Turizm Fakültesi’nde tamamladıktan sonra İstanbul’a taşınarak dönemin en iyi seyahat acentelerinde çalışmaya başladım. Sektörde başarılı satışçıları otellere bilgilendirme gezilerine götürürler ve detaylı olarak anlatırlar. İşte bu gezilerde gördüğüm otel mutfaklarından çok etkilendim. Ekiplerin uyumundan, mutfakların sisteminden ve enerjisinden çok etkilendim. Artık kararlıydım, şef olmak istiyordum.
Gastronomi sektöründeki hikayem ilk olarak Reçel Türevleri markasını kurarak başladı! Mutfakta o zamana kadar geçirdiğim zamanla başlayan hikayem, sonrasında aldığım profesyonel aşçılık eğitimi yanında bar ve miksoloji eğitimleri ile devam etti.
Adanalı olmak sizin için ne ifade ediyor?
Adanalı olmak hayatımda beni ben yapan en temel özelliklerden biri... Adanalı isen her şeyi yapmaya gücün olduğuna inanırsın. Adana insanı keyiflidir, samimidir, mutludur, kalenderdir, her şeyden önce yaşama dair umudu vardır. Her zaman yeniliklere ve yeni lezzetleri denemeye açıktır.
Peki Reçel Türevleri’nin hikayesi nasıl başladı?
Bulunduğum koşullardan asla kahırlanmam ve her zaman yeni bir yol bulmak için çabalarım. Şef olmaya karar verip istifa ettiğimde hiç param yoktu. Hatıralarına dönünce rahatlayan insanlardanım. O gün vapura bindiğimde çocukluğuma döndüm. Bahçeli bir evde büyüdüm. Annem ve ablalarımla bahçemizde yetişen meyvelerden reçel yaptığımız günleri hatırladım. Hayatta bence bir insan en çok annesinden ilham alır. Vapurdan inerken annemi aradım ve “Anne reçel yapar mısın?” dedim. Başlangıçta reçellerini özlediğimi sandı. Anneme reçelleri satmak istediğimi söylediğimde şaşırsa da, sonunda teklifimi kabul etti. Adana’da birlikte 500 kilogram reçel yaptık. Sabah akşam reçel yapıyorduk. Anne şefkatiyle gerçekleştirdik üretimimizi. Sonra bu reçelleri İstanbul’a getirdim ve dükkan arayışına girdim. 22 yaşında, Beşiktaş’ta, hem reçel yapabileceğimiz bir mutfağı olan hem de kahvaltı verebildiğimiz hikayemiz 6 masalık bir dükkanda başladı. Reçel Türevleri markası ile hiçbir katkı maddesi olmadan tamamen doğal ve mevsiminde yaptığımız reçellerimizle çok sevildik.
Reçel Türevleri sektörde sana neler kattı?
Çok hızlı öğrenme gibi bir özelliğim var ve yaptığım her işi detayları ile araştırırım. Reçel yaparken teknikleri, reçeteleri araştırdım. Osmanlı’da, Anadolu’da ve tüm dünyada yapılan reçelleri araştırdım. Tüm bunları yaparken en çok da sabrı öğrendim. Memleketim Pozantı’da üretim tesisimizi kurduktan sonra reçellerimizi otel, restoran ve kafelere de satmaya başladık. Bu noktada önümü açan şey ise sevgili Ali Ronay ile tanışmam oldu. Beni her konuda bilgisiyle ve tecrübesiyle destekledi. Bu süreçte öğrendiklerimi ve merak ettiklerimi deneyimleyebileceğim bir mutfağımın olması da bana büyük bir avantaj sağladı. Öte yandan o dönemde mutfağıma değer katmak üzere Anadolu’yu karış karış gezmeye başladım. Dünya çapında gastronomi alanında ün yapmış şehirleri inceledim. Özellikle Lyon’da bir buçuk ay kaldım. Gezilerde öğrendiklerim mutfak adına bana çok şey kattı. Ekrandaki en sevilen şeflerden birisiniz... Televizyon maceranız nasıl başladı? Hayal ettiğin şeye inanmak çok önemlidir; ancak fikrine aşık olmak çok tehlikelidir. Bana göre önemli olan yol ve o yolda gördüklerinle neye dönüştüğündür. Sektörde büyümeye ve tanınmaya başladıkça bir karar vermem gerekiyordu. Reçel Türevleri şubelerinin dışında Sandviç Türevleri markasını oluşturmuş, Alaçatı’da bir balıkçı restoranı da açmıştım. Ya açtığım mekanlara yatırım yaparak büyüyecektim ya da kendime yatırım yaparak dönüştürdüklerimle yeni bir yola girecektim. Televizyonlarda, farklı kanallarda yemek programları yapmıştım ve kamera önünü seviyordum. Zor bir karar olsa da restoranlarımı kapattım ve kamera önü oyunculuk eğitimi almaya karar verdim. Şimdilerde kendi formatım olan, yemek ile psikolojiyi birleştirdiğim “Bir Yemek Olsan” programı ile her hafta ekranlarda izleyicilerle buluşuyoruz.
”Bir Yemek Olsan” nasıl doğdu?
Kişilerin özelliklerini tahlilederek psikoloji ile yemeği nasıl birleştirebilirim ve bunu nasıl bir yemek programı formatına dönüştürebilirim diye düşünmeye başlamıştım. Sonuçta gastronomi ve psikolojinin sınırlarını zorlayan keyifli bir program ortaya çıktı. TV8 ekranlarında konuklarımızla lezzetin sınırlarını zorlayan bir yolculuğa çıkmaya başladık. Programda, sadece yemek pişirme sürecini değil, aynı zamanda malzemelerin ardındaki hikayeleri ve mutfakta saklı sırları da keşfediyoruz. Her hafta mutfakta farklı sektörlerden, farklı özellikleri olan birbirinden ünlü konukları ağırlıyoruz. Uzman psikoterapistimiz tarafından bir tipoloji çıkarılıyor ve ünlü konuğumuzun hangi yemek olduğunu bulmaya çalışıyoruz.
Şef ve televizyoncu olarak gelecek planlarınızda neler var?
Gastronomi danışmanlığı, catering hizmetleri ve pop-up restoranlar üzerine hizmet verdiğim bir şirketim var. Ayrıca sahibi olduğum yapım şirketine ekibimizi güçlendirmek üzere yeni transferler yaptık. Bugünlerde “Bir Yemek Olsan” formatını farklı ülkelerde yayınlanmak üzere görüşmeler yapıyoruz. Ayrıca bir restoran açma hazırlığı içindeyim. Restoranın konsepti üzerinde çalışıyorum. Aslında asıl mesele kendini hayatta yaptıklarınla nasıl ifade ettiğin. Şu anda oğlum 5 yaşında. Oğlumun 25 yaşına geldiğinde benimle ilgili ne düşündüğü, yaptıklarımla, bıraktıklarımla ona ne hissettirdiğim çok önemli benim için. Bu sebeple hem televizyonda hem de bir şef olarak kendimi en doğru ifade edebildiğim projelerle yoluma devam edeceğim.